-
Baha Akıner
Tarih: 08-06-2025 13:36:00
Güncelleme: 08-06-2025 13:36:00
"Bu şehrin mahzenleri
İrin kokar, kan kokar.
Şehrin mahzenlerinde,
Cinayet var, ölüm var...
Anne girmem bu oyuncak dükkanına;
Orda toplar, tayyareler, tanklar var...
Seviyorum soğut dalı atımı
Tekme atmaz, ısırmaz.
Ben yaşamak istiyorum,
Bir ağaç gibi,
Serile serpile, boylu boyumca.
Karınca kararınca değil ama...
Anne girmem bu oyuncak dükkanına
Orda toplar, tayyareler, tanklar var..."
"Bu şehrin çocuklarına" dedi "İthaf" ama tüm dünya çocuklarına seslendi adeta...
Top, tayyare, tank değil, cinayet ölüm değil; yaşamak değil mi amacımız, kırmadan, dökmeden, saygı duyarak her renge, bir ağaç gibi, serile serpile, boylu boyunca...
Ve paylaşmak; inadına...
Gün Cahit Irgat, koca şair, tiyatro ve sinema sanatçısı, bir koca yürek...
*****
Ordudan yüzbaşı rütbesiyle emekli olduktan sonra peynir ticareti yapan ve ömrüne dokuz evlilik sığdıran Saffet Bey’den olur da Saffet Bey’in üçüncü eşi olan Makbule Hanım’dan, 21 Mart 1916’da, Lüleburgaz’da doğar Cahit Saffet...
İlköğrenimini annesinin memleketi olan Lüleburgaz’da tamamlar. 1929 yılında, İstanbul Vefa Lisesi’nden mezun olunca; İstanbul Muallim Mektebi’nde kısa bir süre okuyup, Edirne Öğretmen Okulu’na devam eder ve son sınıftayken okulu bırakır.
Öğrenim hayatında edebiyata ve tiyatroya ilgi duyan Cahit Saffet, müfettiş olarak okula gelen Reşat Nuri Güntekin ve öğretmeni heykeltıraş Ratip Âşir’in teşvikleriyle; 1935 yılında, Raşit Rıza Tiyatrosu’na oyunculuğa başlar.
1936’da Ankara Devlet Konservatuarına kaydolsa da burada üç yıl okuyup ayrılır, İstanbul Şehir Tiyatrosu’na girer. Bu sayede tiyatroyu bir meslek olarak icra eden Cahit Saffet bu yıllarda “Mutlu” olan soyadını, ‘Kişi yalan söylememeli, soyadıyla bile’ gerekçesiyle “Irgat” olarak değiştirir.
İstanbul Şehir Tiyatroları, Küçük Sahne, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, Adana Şehir Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu, Oda Tiyatrosu ve Cahide Sonku ile kurdukları Cahitler Tiyatrosu’nda çalışır, birçok sinema filminde de rol alır. Ama şiir yazmaktan hiç vazgeçmez.
1940 yılında gösterime giren “Yılmaz Ali” filmindeki ilk oyunculuğunun ardından sayısız filmde rol alan ve bazı filmlerde yönetmenlik de yapan Cahit Irgat’ın; 1945 yılında yayımladığı Bu Şehrin Çocukları, 1947 yılında yayımladığı Rüzgârlarım Konuşuyor, 1952 yılında yayımladığı Ortalık ve 1969 yılında yayımladığı Irgatın Türküsü adlı dört şiir kitabı vardır.
Şair, tek romanı olan "Geri Dönemezsin" adlı eserini ise 1947 yılında yayımlar.
*****
Kaderi bir yönüyle ömrüne dokuz evlilik sığdıran babası Saffet Bey’le benzerlik gösteren Cahit Saffet Irgat’ın hayatına üç kadın girmiştir. Bunlardan ilki; 1945 yılında tanışıp 1949 yılında evlendiği Fecriati şairi Tahsin Nahit’in kızı, İngiliz Edebiyatı profesörü, yazar, çevirmen kendi ifadesi ile “Bir Dinozor” olan Fatma Mîna Urgan’dır. Bu evlilikten 1950 yılında oğulları Mustafa ve 1954 yılında kızları Zeynep dünyaya gelir. İki evlat sahibi olan çift anlaşmazlık üzerine 1958 yılında boşanır.
Çocuklarının annesi Mina Urgan’dan ayrılan Irgat, kendisi gibi tiyatro ve sinema sanatçısı, Türk sinemasının ilk kadın film yönetmeni olan dönemin meşhur aktrislerinden ‘Elmas topuklu ayakkabılarından şampanya içilen kadın Cahide Sonku’ ile 1960 ile 1963 yılları arasında birlikte olur. Çift, kendileriyle beraber tiyatrolarda çalışan tanıkların ifadesine göre ayrılmadan önceki günlerde birbirlerine tabak, çanak ve çatal atmaktan geri durmayan uyumsuz ve sevimsiz hâl alan ilişkileriyle herkesin diline düşmüştür. Yazar Selim İleri’ye göre kalın, gür sesli, çabuk parlayabilecek bir insan olan Cahit Irgat ile Cahide Sonku; alkol bağımlılıkları nedeniyle yaşadıkları ruh hâli ile ilişkilerini devam ettirememişlerdir.
Cahide Sonku’dan ayrılan ve depresyondan kurtulmak için arayış içine giren Cahit Irgat kendini içkiye verir. İçkiyi seven Cahit Irgat arkadaşlarıyla kurduğu meclislerde ertesi güne sarkan sohbetlerden keyif alsa da hayatındaki düzensizlikler ruh dünyasında onarılması zor yaralar açar. Cahit Irgat’ı tanıyanlar onu iyi insan ve yetenekli bir sanatkâr oluşu ve içkiye düşkünlüğü ile tanımlarlar. Ona dair hatıraların çoğunun ortak noktası da içki olmuştur. Babasında da olan içkiye düşkünlük, şartların getirdiği zorluklardan bir kaçış mı, kader mi, yoksa irsi midir bilinmez? Cahit Irgat’ın babası Saffet Bey de, kendisi de, oğlu Mustafa da içkiye düşkündür.
Tiyatro ile şiirin hayatının anlamı olduğunu her fırsatta belirten Cahit Irgat, 1930'lardan 1960'lara uzanan sanat yaşamında tanıdığı sahne, sanat, edebiyat ve meyhane dostlarını, 1968 yılında Akşam gazetesinde başladığı bir yazı dizisiyle anlatır: Çok Yaşasın Ölüler...
Çok Yaşasın Ölüler’de içkiyle tanışıklığını ise şöyle anlatır: İlk rakıyı altı yaşında babamın kucağında içmiştim. Bir kadeh rakı uzatıp, “Al iç.” dedi. Dudağıma götürüp, “Çok acı.” dedim. İçine bir şeker atıp yeniden verdi. Tabii içtim. Ondan sonra on sekiz yaşına, sanat çevreleri girinceye kadar ağzıma içki koymadım. Orhan Veli, Sait Faik, Cahit Sıtkı ile birlikte başladım içkinin tadını almaya...
Almasına alır da, o aldığı ve sonrasında bırakamadığı tat; şairin hayatında birçok olumsuzluklara ve düzensizliklere sebebiyet verir.
*****
Yönetmen Atıf Yılmaz, Hayallerim, Aşkım ve Ben kitabında Cahide Sonku ile Cahit Irgat’ın içkiyle ilişkisini şöyle anlatır: Sarhoştu. Perişan bir haldeydi. Masalarına oturur oturmaz neden bu kadar hararetle karşılandığımı anladım. O geceki hesabı ödeyecek paraları yoktu. Cahide “Atıf yabancı değil, öder” diyor. Cahit, o her zamanki senyörlüğüyle bunu kabul etmek istemiyordu. Kredisi vardı, bir imza atıp çıkabilirdi. Gereksiz yere tartıştıklarını anlatmaya çalıştım. Cahide de Cahit de çok defa bana ve bir sürü insana büyük bonkörlükle ikramda bulunmuşlardı. Sabaha karşı bardan çıktığımızda, ikisinin de ayakta duracak hâli kalmamıştı. Fısıldaşmalarından o gece gidecek yerlerinin de olmadığım anladım. Cahide, Cahit’e bende kalabileceklerini söylüyor; Cahit kabul etmek istemiyordu. Nur’dan ayrılmıştım o sırada. Şişli’de bir çatı katında oturuyordum ve yalnızdım. Bir an onları götürmeyi düşündüm, sonra gene düşündüm ki; kısa bir süre sonra evime yerleşecekler, “Gidin!” diyemeyeceğim ve bavulumu alıp evden çıkmak zorunda kalacağım. Bir yalan uydurarak ayrıldığımı, gizlendiğim bir köşeden birbirine dayanmış yalpalayarak karanlığın içinde yitip gidişlerini izlediğimi, hâlâ üzülerek hatırlarım.
Alkollü ve parasız hâllerinde; bazen meyhanelerde, bazen sığınabildikleri dostlarının yanında, çoğu zaman da sokaklarda yatan Cahide ve Cahit hayata tutunamayan iki kişi olarak birbirlerine tutunup yaşam mücadelesi verirken, çoğu zaman da birbirlerini kırıp dökmüşlerdir.
Babası Behzat Ay’dan dolayı Cahit Irgat’la tanışan ve oğlu Mustafa’yla da arkadaş olan araştırmacı yazar Taner Ay’ın aktardığına göre Cahit Irgat ile Cahide Sonku, İstiklâl - Tünel arasında, merdivenle inilen izbe bir sokakta meyhane açarlar. Çift ayrılınca Irgat meyhaneyi uzun süre tek başına işletir. Bu meyhanede ‘darı ambarına düşmüş bir horoz gibi içki içen’ Cahit Irgat, alkol tedavisi görmek için hastaneye yatar.
Onu anlayan, dinleyen dostlarından Orhan Veli, Sait Faik ve Cahit Sıtkı’yı arka arkaya kaybettiğinden sığınacak liman bulamayan Cahit Irgat; depresyona girerek kendini daha çok alkole verir. Cahit Irgat’ın hayata karşı bu kötümser bakışı, insanlardan kaçışı; aralıklı olsa da ömrünün sonuna kadar sürer.
Lüleburgaz’da başlayıp İstanbul’da sona eren hayatı boyunca farklı gerekçelerle hastaneye giden Cahit Irgat, alkol bağımlılığı nedeniyle birçok defa akıl hastanelerinde tedavi görmüştür.
Agâh Özgüç’ün mülakatı ile yayına hazırlanan, “Cahide Sonku, Peçete Kâğıdındaki Anılar” kitabında ani ve beklenmedik hareketler yapan, tepkiler veren Cahit Irgat’ın yedi tane deli raporu olduğu iddia edilir.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından toplumun nerdeyse tamamının yoksulluktan kaynaklı zorlukları, sıkıntıları iliklerine kadar hissettiği günlerde Cahit Irgat’ın kaderine Bakırköy Akıl Hastanesi’nin alkol bağımlılarına hizmet verilen ünitesinde tedavi olmak düşer. Kendisinin ifadesiyle yokluk yıllarında, “İnsan haysiyetini boğazlayarak kışın soğuk bir gününde”, 1945 sonrası bir tarihte, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne yattığında hastane arkadaşı Neyzen Tevfik olmuştur.
Neyzen, bir gün akşam saat altı sularında; yataklarına yatırılmış söz dinleyen uysal hastaların yanında kimsesizlerin, itilip kakılmışların, hor görülmüşlerin, çıldırmışların, yalnızların inlemeleri, anlamsız sesleri arasında, koğuşa zilzurna sarhoş, yıkılmış, üstü başı perişan bir hâlde Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne gelir. Nöbetçi doktorun “Kim getirdi seni üstat buraya?” sorusuna “Kim mi getirdi beni? Kendim geldim, tıpış tıpış, ayaklarımla! Benim haysiyetimle oynadılar mı, kalkar gelirim buraya! Haysiyetli insanlar arasına! Burası benim evim! Evim burası! Evim!” diye cevap veren Neyzen Tevfik hastanede Cahit Irgat’ın aşinası olur.
*****
1961 yılında yaşadığı bu sahipsizlik hâli ve moral bozukluğu ile sarhoş bir şekilde yürüyerek kendi isteğiyle Fransız Hastanesi’ne yatar, gördüğü tedavi sonrası iyileşince tekrar sahnelere döner ve Yasak Aşk filminde rol alır.
O günleri şöyle anlatır Cahit Irgat: 1960’ta biraz toparlanıp yine tiyatroya döndüm. Sonra yine alkol ve tek başına bir otel odasına kapanma devri başladı. Beş param olmadığından meyhaneler “Sonra alırız” diye bedava içki veriyorlardı. Bir gece tam dört yarım şişe rakı içtikten sonra yürüye yürüye Aksaray’dan Şişli’ye gittim. Fransız La Paix Hastanesi’nin doktoruna, “Param yok ama ben burada kalacağım.” dedim. “Peki” diye cevap alınca, “Ama ben içki içmek istiyorum.” diye dayattım. Adamcağız ona da peki dedi. Birlikte iki yarım şişe votka içtikten sonra hastaneye yattım. 14 gün sonra taburcu edildiğimde evim, dostum, param yoktu. Bütün yaz üvey biraderin evinde kaldım. Altı ay ağzıma içki koymadım. Bol bol denize girip güneş banyosu yaptım. Sonra yine tiyatrolar ve filmler birbirini takip etti. Şimdi çok az, arada sırada içiyorum. Beni anlamaya çalışan iyi bir karım var. Geçinip gidiyorum işte.
Evet, o bahsettiği dönemi; hayatının son 7 yılında Ömer Lütfi Akad’ın kız kardeşi Neriman Akad’la yaptığı evlilikle başlar. 1964 yılında evlenirler. Sinema ve tiyatrodan dolayı aynı dünyanın insanları olan bu güzel ikili; ölüm ayırana kadar birbirlerinden ayrılmazlar. Neriman Akad’la yaptığı evlilikle son derece hassas, alkolik, düzensiz bir yaşam içinde, karamsar, aynı zamanda çocuk ruhlu olan Cahit Irgat; son döneminde düzenli, sevgi ve paylaşım dolu, sade bir yaşam sürer.
Son dönemine kadar yaşadığı olumsuzluklar bedenine bir kanser illeti hediye eder. Sahi, ekmeğini gözyaşına bandı da yedi yaşamı boyunca, Irgatın Türküsü’nü söyleyen şair; Cahit Irgat...
*****
“Çok yakında bir gün,
Çok yakında bir gün;
Ağır uykulardan uyanacaklar,
Zor kapıları açacaklar,
Yere sağlam basacaklar…
Sevgiden sırılsıklam,
Yangınlanacak aşklar,
Çok yakında bir gün,
Çok yakında bir gün;
İnsanlar insan gibi yaşayacaklar…
En dar en karanlık sokaklar,
Çok yakında bir gün,
Çok yakında bir gün;
Bayramlaşıp ışıyacaklar,
Hürriyet giyecek aydınlık ayaklar…”
dedi ya; “İnsan Gibi” şiirinde insan gibi yaşayamadı belki ama huzurla veda etti ömrünün son yıllarında yaşamına. Ve bize okunacak birçok şiir ve izlenecek birçok film bırakarak...
Bir Cahit Irgat geçti bu dünyadan...
5 Haziran 1971’de hayata gözlerini yumdu ve Zincirlikuyu Mezarlığı’nda yatıyor şimdi ebedi istirahatgâhında. Ömrünün son anlarına kadar sanat ve edebiyattan kopmayan Cahit Irgat’ın oyunculuğu da edebiyatçı kimliği de hiç tartışılmadı, hep takdir edildi, bir kültür sanat insanı olarak hep anılageldi...
“Yalan söylemeyen bir dünyada.
Ben de yalan söyleyemem…
Ve ben şeffaf, tertemiz;
Pırıl pırıl bağırıyorum,
Yetişir oltaya yem…
Dile küfür olduğumuz,
Yetişir; bozuk para gibi savrulduğumuz…
Gözlerim var, görüyorum:
Yarı çıplak, çırılçıplak;
Ölülerle dolu toprak,
Ölüler sarmaş dolaş,
Ölüler sivil, asker, ihtiyar;
Ölüler buram buram,
Nefret kokuyor…”
Anısına ve muhteşem üretimlerine saygıyla…
- Bir katre alevdir bu karanfil!
- Üşüyorum, kapama gözlerini
- 20 Mayıs 1938, Mersin...
- 19 Mayıs 1938
- Saksıda incilendi yapraklar senin için
- Sermayesi derdiydi, serveti âhı
- Bugün başladı Samsun yolculuğu
- İlk kurşun
- Sessiz kalma, sen de el uzat barışa
- AYHAN KIZILTAN'IN SÖYLEŞİ VE İMZA GÜNÜNE DAVETLİSİNİZ
- Baba olunca anladım
- AHMET SAY ANISINA SAYGIYLA