içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

İlhan Berk’in hayatının hikâyesidir.
 
Bu bir ressamca şiirler yazıp, şiirce resimler yapan; rengin de sözcüğün de değerine değer katan şairin, İlhan Berk’in hayatının hikâyesidir.
18 Kasım 1918'de, Manisa'da, Veli Bey'den oldu, Hesna Hanım'dan doğdu İlhan. Tekne kazıntısı derler ya hani. Ailenin 6. ve son çocuğuydu. Tekneyi bilemem! Ama kazıdı da kazıdı yüreklerimize sevgiyi, aşkı, dostluğu ve insanlığı, o muhteşem dizeleriyle.
*****
O, aslında geçmişi olmayan bir adam. Babasının yokluğunu, "Çocukluğum olmadı benim!” diye tanımlayacak kadar paramparça olmuş bir kalp.
Kurtuluş mücadelesinin verildiği yıllardı. Her haneyi mesken tutmuş bir yoksulluk söz konusuydu. Hâl böyle olunca, Berk ailesi de almıştı yoksulluktan payını. İleride şiirler yazmaya başladığında, hep bu günlerden bahsedecekti. İlhan için hayattaki en değerli varlık, annesiydi. Onu ‘duru göllere’ benzetiyordu. Elbette her çocuk için annesi değerliydi. Ama onun için hayat demekti, annesiz yaşanmazdı.
Babası, başka bir kadınla evlenip hayatlarından çıkmıştı. Onu da ‘çok döllü, kaba’ olarak tanımlıyordu. Ama aslında baba demek, çocukluk demekti onun için. Babası onları terk ettiğinde, hatırlayamayacak kadar küçük olduğundan; İlhan yıllar sonra babasından bahsederken, “Çocukluğum olmadı benim!” diyecekti.
Belli ki, “Babam olmadı!” demek çok ağırdı ona. Ablası da, çıkan bir yangında ölmüştü. Kolay mı? Tüm bunlar, hayatının travmalarını oluşturuyordu. Babasızlık, yoksulluk ve deli bir abla çevresinde geçen çocukluk; İlhan’ın çocukluğundaki mutsuzluk dolu tabloya, şiirlerinde renk katacak unsurlar oldu.
Ortaçağa ve kapalı bir sandığa benzettiği çocukluğunu Manisa’da geçirdi. 1945 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Fransızca Bölümü’nü tamamladı. 1945 ile 1959 yılları arasında sırasıyla; Zonguldak, Samsun ve Kırşehir’de öğretmenlik yaptı. Ankara’da Ziraat Bankası Yayın Bürosu’nda Mütercimlik yaptı ve oradan emekli oldu.
*****
“Hiç unutmam bir gün geç vakit;
Tam benim geçtiğim zamana rastlamıştı,
Büyüme saati bir ormanın…
Şöyle iyice dinlesem sanırım; artık,
Bütün ormanları büyürken duyarım…”
Sanatçı dostu Ayhan Bozkurt şöyle anlatır ‘ressamca şiirler yazan, şairce resimler yapan İlhan Berk’i ve onunla bir yaşanmışlığını: İlhan Berk… Benim canım ağabeyim… Şiir mi? Sokağa adımını atar atmaz şiir başlardı onun için. Nesnelerin dünyasından öyle şiirler çıkarırdı ki. Sadece nesneleri demeyelim aslında; canlıların, bitkilerin dünyasını da ekleyelim. Bir seyyahtı o… Bir şiir değil, birçok şiir çıkarırdı gördüğü nesnelerden. Bakın bir şiirinde şöyle diyor, “Baktım bir kaplumbağa suya uzanamıyordu suyu biraz öne çektim.” Yağmurlu bir sabah Bodrum’daki evinde buluştuk. “Hoş geldin!” dedi gökyüzüne bakarak, “Yağmur getirdin gelirken.” Sohbetimize başlamadan önce beni çalışma odasına oturttu: Sana yarım saat zaman, ben çıkıyorum, ne yaparsan yap, dedi ve çıktı odadan. Oturdum masaya, yeni bir şiire başlıyor olacak, yazılı kâğıtlar duruyordu. Bir de “Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum” isimli kitabı. İlhan Berk, resim yapardı. Abartmıyorum masanın üzerinde belki de yüzlerce kara kalem çizgi çalışmaları duruyordu. Bir sanatçının çalışma odası ne kadar enteresan olur, bilemem ama İlhan Berk’in odası şiir gibiydi. Yarım saat sonra çıktım odadan. Salonda beni bekliyordu. “Hazır mısın?” dedi. Ben oturacağımızı düşünürken o, dışarı çıkacağımızı söyledi. Çıktık. Yürümeye başladık. Bodrum’un yüksek yerlerinde yürüyoruz. Dinlenme yok. Şiir konuşuyoruz. Cehennemden bahsediyor, acılardan söz ediyor. İçimde Bodrum’un, denizin, doğanın kokusu var. O, acıları ve kahrı anlatıyor. Yorulmuşum yürümekten. Söze giriyorum, espri olsun, bir parça gülümseyelim istiyorum. “Biz de…” diyorum, yürüdüğümüzü kastederek “Şey gibi oldu, dün dağlarda dolaştım evde yoktum hesabı olduk.” Üstüne gülüyorum bir de. O an sessizliği fark ediyorum. Ortam buz gibi oluyor. “Ben espri olsun diye…” Sözüm yarım kalıyor. Seni saygıya davet ediyorum, dedi sert bir ses tonuyla, “Saygısızlık etme.” Susuyorum, gözlerim doluyor. Bir süre sessizce yürüyoruz. Yağmur çok az yağıyor artık. Yağmur dinmek üzere, dedi. “Şuradaki cafeye oturalım.” O kocaman yürek… Sanki unutmuş gibiydi saygısızlığımı. Ya da öyle gösteriyordu, ne bileyim? Bana yine dostça, ağabeyce gülümseyerek. Peki, diyorum, oturalım. Zaten sırılsıklam olmuşum ağlamaktan.
*****
"Yazmak mutsuzluktur, mutlu insan yazmaz. Bu yeryüzünü olduğu gibi görmeme engel olan ve bana bu yeryüzünü cehennem eden, ‘yazmak’ eyleminden kurtulduğum, mutlu olduğum tek şey var: Resim yapmak!" diyerek hayatının portresini çizen, İlhan Berk. Şiirin korkunç çocuğu.
Bilerek ve isteyerek kendi cehennemini kurmak; belki de sadece şairlere özgü, sadece şairlerin dayanabileceği bir şeydir. Özellikle de Turgut Uyar'ın; "Şiir diye bir şey olmasaydı, o icat ederdi." dediği İlhan Berk gibi, şiirin korkunç çocuğu için.
Abidin Dino; şiir dışında, İlhan Berk’in resme ilgisini şöyle anlatır: 1939 senesi idi. İlhan Berk İstanbul’a geldiğinde, güleç bir dikey olarak Komando Han’daki atölyemin demirbaşları arasına karıştı. Galata Kulesi çizgisinde, en üst katta bulunan işyerim, eşgüdümlü bir resim ve şiir üretme fabrikası olmuştu çabucak. Korkarım ki İlhan Berk’in kaderi, her duvarı ayrı bir renge boyanmış Komando Han’da bağlandı. Orada tutuldu resim denen ince hastalığa.
Behçet Necatigil’in tanımıyla, şiirimizin uç beyidir İlhan Berk. Peki; "Yazmak, cehennem!" ise, bir şair neden yazar? Bu sorunun yanıtı da, yine İlhan Berk'in kendi ifadelerinde: Şairlik, bir çeşit dervişlik işidir derim. Şiir, yaşamımın hep önündeydi. Orada takılı kaldı, kımıldamadı. Hem, yaşamadım ben. Yazdım ve okudum. Cehennem dediğim bu.
Şunu bir daha söyleyeyim: "Şairler; cehennemliktir zaten, cenneti düşünenlerse hiç olmamıştır.”
“Bir şiir yazacağım zaman, şiirin konusuyla ilgili resimlere bakmaya bayılırım.” diyecek kadar, resimle şiir arasında ilişki kurmayı severdi.
*****
İlhan Berk’in şiirlerindeki değişmeyen konuların başında, aşk ve erotizm gelir. Şiirlerinde bu konuların çok yer kaplamasının sebebi, onun lirik bir şair olmasına bağlanabilir. Kendisi de konuyla ilgili sorulara aynı cevabı verir.
İlhan Berk’e göre aşk ve erotizmin şiirine sıkça girmesi, onun şiir karşısındaki duruşunun bir sonucudur. Bu konuyu da şöyle anlatır: Şiiri her şeyden önce lirik olarak düşünmemden ileri geliyor bu. Böyle bir çizgide ilerliyor benim şiirim: Lirik ve görsel.
Tarih, mitoloji ve ölüm; İlhan Berk’in şiirlerindeki en önemli konular arasında yer alır. Ve şiir kitaplarında, tarihe gönderme yapan dizelere sık sık rastlanır.
“Üç kez seni seviyorum diye uyandım.
Tuttum sonra, çiçeklerin suyunu değiştirdim.
Bir bulut başını almış gidiyordu, görüyordum…
Sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün…
Sokağı, balkonları, yarım kalmış bir şiiri teptim.
Sıkıldım yemekler yaptım kendime, otlar kuruttum.
-Taflanım! diyordu bir ses, duyuyordum…
Cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün…
Kalktım sonra; bir aşağı, bir yukarı dolaştım.
Şiirler okudum, şiirlerdeki yaşa geldim.
Karanfil, sakız kokan soluğunu üstümde duydum...
Eskitiyorum, eskitiyorum; kalıyor, ne kadar güzel olduğun…”
*****
Koca koca şiirlerini ve resimlerini, üretimlerini sığdırdı bu dünyaya da; bir asrı sığdıramadı yaşamına. Asrına 10 kala, 90 yaşında; 16 yıl önce yine böyle bir Ağustos zemherisinde, 28 Ağustos 2008'de, Bodrum’da ayrıldı aramızdan usta.
Şiirle bezenmiş, şiirle renklenmiş 90 yıllık bir hayat. Fırçasını kaleminden ayırmadan, hayata geliş amacını şiirde bulan bir şair.
Renkleri ve sözcükleri ustalıkla harmanlayan, hep yenilik peşinde koşan bir İlhan Berk geçti bu dünyadan. İyi ki… İyi ki bu güzel yolu buldun ve kalbi şiirden geçen her kalbin de, elbet ışığı oldun. İyi ki renkler ve sözcükler vardı da; sen usta, sen İlhan Berk, iyi ki kalbimize dokundun.
Ruhun şad olsun. Anısına ve muhteşem üretimlerine saygıyla...
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum