-
Baha Akıner
Tarih: 06-07-2024 08:37:00
Güncelleme: 06-07-2024 08:37:00
AZİZ NESİN (20 Aralık 1915 - 6 Haziran 1995)
Türkiye’nin en iyi mizahçılarındandır ya "Mizah deyince, halk yararına işlevi olan görevci mizahı anladığımı baştan söylemeliyim" der bir röportajında...
"Beni mizah yazarlığına iten etken o günkü ortamın koşullarıydı. Kısaca şunu söyleyeyim: Genellikle yoksunluk ve yoksulluk, yaşamından gelen bir kızgınlık, öfke ve bir hınç alma biçimidir mizah. Her zorluk, her acı çeken; ille de mizahçı olmaz elbet! Ama bu ağır koşullar kişinin mizahçı yeteneğini geliştirir. Mizah, bir yıkıcılıktır... Mizahçı, kırgınlıklarını, nefretini, kinini, öfkesini, hıncını bilinçli bir biçimde, gerçekten yıkılması gereken hedefe yöneltebilir ve mizah silahını halk yararına kullanabilirse, bu olumlu bir yıkıcılık olur.” diye de ekler ardından...
*****
Bugün bir usta öldü dostlar. Bugün Türk edebiyatının ve yazın dünyasının en önemli yazarlarından Aziz Nesin öldü. 29 yıl önce bugün, 6 Temmuz 1995’te, bir söyleşi için gittiği Çeşme – Alaçatı’da...
*****
UNESCO’nun yayınladığı dünya çeviri bibliyografyasına göre; Nâzım Hikmet, Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk'un ardından eserleri yabancı dillere en çok çevrilen dördüncü yazardır Aziz Nesin...
Gülmecenin dahi ustası…
Büyük yazar…
Zindanlara, sürgünlere, işsizliğe, tehditlere rağmen; tüm yaşamı ve mücadelesi tutarlılık, kararlılık, direnmeyle geçen bir cesur yürek…
Güç dönemlerin devrimcisi…
Zekâsı, dili ve kalemi keskin muhalif…
Maddi olanaklarını kimsesiz çocukların eğitimine harcayan; ülke sevdalısı, hümanist eğitimci…
*****
Giresun’un Şebinkarahisar ilçesine bağlı Ocaktaşı Köyü’nden gelerek İstanbul’a yerleşen ve bahçıvanlık yaparak geçimini sağlayan Abdulaziz Bey'den oldu. Abdulaziz Bey’in uğruna şiirler yazdığı Hanife Hanım'dan; 20 Aralık 1915'te, Heybeliada'da doğdu.
Yokluk yıllarıydı. Sekiz yaşındaydı Aziz; bir cuma namazına gittiklerinde babası, Geredeli Ali Galip isimli biriyle tanıştırdı.
Geredeli Ali Galip, yani Aziz'in Galip amcası; Arapça, Farsça, Fransızca ve yüksek matematik bilen bir Rıfai ve Kadiri dervişiydi. Şairdi; mahlası, “Galib-i Nihani” idi. Marş bile besteliyordu. Hattat'tı…
Zamanına göre çok ileri bir adam olduğu için ne hocalarla, ne de şeyhlerle uyuşabilmişti. Bu yüzden işi gücü yoktu. Kasımpaşa'nın Çürüklük Tekkesinin küçük odasında kalıyordu. Topuğu yırtık çoraplı, tabanı delik ayakkabılı, yarı aç-yarı toktu.
Aziz; okumayı, yazmayı öğrendi Galip amcasından...
Arapçayı, Hüsn-ü hat yani güzel yazıyı, kaligrafiyi öğrendi. Hesap, hendese (aritmetik-geometri) öğrendi. 8 yaşında hafız oldu.
Zorluklarla geçiyordu yaşamları. Babasının bahçıvanlık işleri bazen vardı, bazen yoktu. Abdulaziz Bey bir ara define aramaya merak saldı, evden ayrıldı ve kayboldu. Babasız kaldı Aziz...
Babasız kaldı diye Darüşşafaka'ya yazdırdılar. Ancak Aziz gururluydu. Babasının sağ olduğunu bildiği için babasız kalanların okuduğu bu okulda okumayı kendine yediremedi. Vicdanı el vermedi. Sürekli okuldan kaçmalarının ardından Darüşşafaka’dan atıldı.
*****
"Bütün anneler, annelerin en güzeli!
Sen, en güzellerin güzeli...
On üçünde evlendin,
On beşinde beni doğurdun,
Yirmi altı yaşındaydın,
Yaşamadan öldün...
Sevgi taşan bu yüreği sana borçluyum.
Bir resmin bile yok bende,
Fotoğraf çektirmek günahtı...
Ne sinema seyrettin, ne tiyatro.
Elektrik, havagazı, su, soba
Ve karyola bile yoktu evinde...
Denize giremedin,
Okuma yazma bilmedin...
Güzel gözlerin,
Kara peçenin arkasından baktı dünyaya...
Yirmi altı yaşındayken,
Yaşamadan öldün...
Anneler artık yaşamadan ölmeyecek!
Böyle gelmiş,
Ama böyle gitmeyecek..."
Bu şiiri yazdığı annesi, henüz 26'sında; yokluktan, çaresizlikten ölür.
Rahmetli annesinin yaşadığı dönemdeki okuması yönündeki telkinleri ve kimsesiz kalması sonucunda Kuleli Askeri Lisesi'ne girer Aziz...
Buradan mezun olup Askeri Fen Tatbikat Okulu'nda Subay olarak okurken; aynı zamanda, Güzel Sanatlar Akademisi'ne de kaydolur. Burada Vedia Hanım'la tanışır. Ve mezun olduğu yıl 1939'da evlenirler.
Vedia Hanım'dan Ateş ve Oya adında 2 çocukları olur. Fakat 1948 yılında boşanırlar.
*****
Mezun olduğu yıl, ilk defa ‘Vedia Nesin’ imzasıyla aşk şiirleri yayınlar Aziz Nesin. 1944 yılında da, "Millet" dergisinde hikâyeleri yayınlanmaya başlanır. Sonrasında sırasıyla "Tan" ve "Gerçek" gazetelerinde de hikâyeleri yayınlanır. Artık bilinen bir mizahçıdır.
1946 yılında, Gerçek gazetesi, 25. sayısında kapatılır. Aynı yıl, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz ve karikatürist Mim Uykusuz ile 4 kafadar edebiyatçı Markopaşa’yı çıkarmaya başlarlar. Çok başarılı politik mizah yapan dergi, politik erk tarafından defalarca kapatılır. Dergiyi, her defasında başka bir isimle tekrar çıkarırlar.
Bu durum, 1950'de politik erkin aklına gelip; dergiyle birlikte, derginin basıldığı matbaayı da kapatana kadar devam eder.
Ardından Aziz Nesin tek başına; sırasıyla, "Baştan" ve "Yeni Baştan" dergilerini çıkarır. Bu dergiler de kapatılınca; 1954 yılında, Akbaba’da yazılar yazmaya başlar. Bir yıl sonra, 1955'te, Kemâl Tahir ile "Düşün" adlı bir yayınevi kurarlar. Fakat 1962 yılında, belirsiz bir nedenden yayınevi yanar.
*****
1956 yılında evlendiği Meral Çelen'den de, Ali ve Ahmet adında 2 çocuğu daha olur Aziz Nesin'in...
Aziz Nesin, yaşamı boyunca, yazdıklarından ötürü, birçok kez tutuklanarak hapis cezasına çarptırılır. Politik baskılardan dolayı, onlarca takma isim kullanmışlığı vardır.
Aziz Nesin, tüm bu baskılara rağmen ülkesinden, mizahından ve kaleminden hiç vazgeçmemiştir. 1972 yılında kurduğu Nesin Vakfı, bunun en büyük kanıtıdır.
*****
Aziz Nesin anlatıyor:
“İkinci Dünya Savaşı sonu… Türkiye’nin bugünkü acıklı durumunun başlangıcı ve kaynağı olan “Truman Doktrini” adı altında modern emperyalizm, özellikle geri kalmış ülkelere yardım maskesi altında sömürü ağlarını germeye başlamıştı.
Öyle bir yer geliyor ki, artık o yerde gülmece yoluyla savaşma olanağı da kalmıyor. Modern emperyalizmin Türkiye’ye girişine karşı halkımızı uyarmak için gülmece dışında yayın yapmamız gerekiyordu.
İşte bu amaçla “Nereye Gidiyoruz?” başlığında küçük bir kitapçık yazdım. Tek yanı basılmış o kitapçıktan şimdi elde hiç yoktur. Sıkıyönetim arşivlerindeki mahkeme dosyasında bulunup da çıkarılsa; o yazı yüzünden bir yazarın nasıl olup da hapse ve sürgüne mahkûm edildiğine, beni mahkûm edenler bile şaşarlar.
Savcı 22 yıl hapsimi istiyordu. Suç eylemi eksik kaldığından, her ne kadar sıkıyönetim varsa da savaş hali sayılamayacağından…
Pazarlık, pazarlık…
Tut aşağı, vur yukarı: 10 ay hapis ve Bursa’ya sürgün…
Kitapçığımın adı “Nereye Gidiyoruz”du. Bugün nereye gittiğimizi görüp bilmeyen kalmadı ama ben hapse ve sürgüne gidiyordum.
1947 yılında Paşakapısı Cezaevi’ne kapatılmamdan 2-3 gün sonra, cezaevine bakan savcı İzzet Akçal koğuşa geldi. Dışarı yazı çıkarmamam koşuluyla ne istersem yapılacağını, her kolaylığın gösterileceğini söyledi. Bu onun kendi isteği değil, iktidarın isteğiydi. Nasıl olsa o günlerde yazımı yayımlayacak dergi, gazete kalmamıştı. Hepsi kapatılmıştı. Bu nedenle İzzet Akçal’a yazı yazacağımı, ama dışarı çıkarmayacağımı söyledim.
Sürgünde bulunduğum Bursa’dan, cezam bitmiş, İstanbul’a dönmüştüm. Bulabileceğimi sandığım her yerde Sabahattin Ali’yi aradım. Ortalarda yoktu. Sabahattin için son bilinen, taşıyıcılık yaptığı kamyonla bir yelere gidip geldiğiydi.
“Baştan” adlı haftalık bir siyasal gazete çıkarmaya başladım. Sabahattin Ali’nin kişiliğini bildiğimden, onun bir yazısını yayımlarsam dayanamaz, ortaya çıkar diye düşündüm. Türkiye’nin neresinde olursa olsun, ya gelir ya bir haber ulaştırırdı. Markopaşa’da çıkmış başyazılarından birini Baştan’da yayımladım. İkincisini yayımladım. Günler, haftalar geçti, Sabahattin’den haber çıkmadı.
Bir gün evime bir polis geldi ve savcılıktan istendiğimi söyledi. Gittim...
Savcı; bir paket içinden, ince altın çerçeveli bir gözlük çıkardı. Gözlüğün çerçevesi ve camları kırıktı. “Bu gözlüğün kime ait olduğunu biliyor musunuz?” dedi.
Hemen tanımıştım. Sabahattin Ali'nin gözlüğü. İşin iç yüzünü anlayamadığım için, belki yanılabilirim diye, “Bilmiyorum” dedim.
Savcı bu sefer paketten bir dolmakalem çıkardı.
-Bu dolmakalem kimin biliyor musunuz?
-Bilmiyorum...
Önce kana bulaşmış, Puşkin'in Almanca bir kitabını, sonra ise yeşil mürekkeple yazılmış bir defter gösterdi. El yazısını görünce,
-Bu yazı Sabahattin Ali'nin, dedim.
-Hep yeşil mürekkep kullanırdı. El yazısını da tanırım...
Savcı, açık kahverengi, damalı spor kumaştan ceket ve golf pantolonunu gösterdi. Elbise kan içindeydi. Çok iyi bildiğim Sabahattin'in elbisesiydi.
-Sabahattin'in elbisesi, dedim. Ağlamaya başladım...
Savcı ağladığımı görünce açıkladı:
-Bulgaristan sınırında köylüler bir ceset bulmuşlar, üstünden bunlar çıkmış. Sabahattin Ali'ye ait olduğunu tahmin ediyoruz. Yakın arkadaşlarına eşyalarını gösterip soruyoruz.
-Bir cinayet mi? diye sordum.
-Henüz hiçbir şey bilmiyoruz, dedi.
-Başına odunla vurulup öldürüldüğü söyleniyor. Tahkikatın selameti açısından, bundan kimseye söz açmamanızı rica ederim.”
Kimseye söz açmadı Aziz Nesin... Yakın bir zamanda, tüm Türkiye duydu ama... Hatta tüm dünya... 2 Nisan 1948'di, o kara gün...
Kendisini Bulgaristan'a kaçıracak rehberi Ali Ertekin itiraf etti öldürdüğünü. Kızını ve eşini Halet Çambel’e emanet ederek, 31 Mart sabahı, bir süre önce satın alıp nakliye işi yaptığı kendi kamyonu ve güya Bulgaristan’a kaçırmak için ona rehberlik edecek Ali Ertekin’le birlikte yola çıktılar.
Yanına sadece küçük bir çanta aldı Ali... Kırklareli’nde peynir alma bahanesiyle kamyon şoförünü şehir merkezinde bırakarak, orman yoluna vurdular... Sonra, Sabahattin Ali’den bir daha haber alınamadı. Cesedini köylüler, kafası taşla ezilmiş bir şekilde buldular.
Sabahattin Ali’yi öldürdüğünü itiraf eden katil zanlısı Ali Ertekin; cinayeti milli duygularla işlediğini belirtti ve kısa bir süre yattıktan sonra salıverildi.
*****
Ahh Aziz Nesin, ahhh!
2 Temmuz 1993'te, Pir Sultan Abdal etkinlikleri için Sivas’a gider. Kaldığı oteli, Madımak'ı yakarlar, 35 can ölür. Aziz Nesin, ölmez! Sözde kurtarılması sırasında bir itfaiye eri, tüm gücüyle yere fırlatır Aziz Nesin’i, Aziz Nesin yine ölmez!
Sivas Katliamından sonra uyuma zorluğu belirir Usta'da. 2 yıl boyunca geceleri gözüne uyku girmez. Sabaha doğru dalaaar, gider.
29 yıl önce bugün, 6 Temmuz 1995'te söyleşi için gittiği Çeşme - Alaçatı'da, yine bir uykusuz gece oturmasında, kalp krizi geçirir.
"Öyle bir ağlasam,
Öyle bir ağlasam ki çocuklar;
Size hiç gözyaşı kalmasa...
Öyle bir aç kalsam,
Öyle bir aç kalsam ki çocuklar;
Size hiç açlık kalmasa...
Öyle bir ölsem,
Öyle bir ölsem ki çocuklar;
Size hiç ölüm kalmasa..."
Dediği gibi aynı 80 yaşında hayata veda eder.
Sesinin tınısı gökyüzünde kaybolur gider, bedenini toprağa gömerler de ayrılır aramızdan. Arkasında, örnek alınacak onurlu, mücadeleci bir yaşam ve sayısız ödüller, eserler, birbirinden değerli yapıtlar bırakarak sonsuza kadar yüreğimizde yaşayacak Usta...
Ruhun şâd olsun, güzel insan. Anısına ve muhteşem üretimlerine saygıyla...
YAZARIN DİĞER YAZILARI
- Gün, Bertolt Brecht dostlar.
- Münir Özkul, 99 yaşında...
- Ara Güler, 96 yaşında...
- Alpay Özalan ve niceleri...
- CAN YÜCEL
- ABBAS SAYAR (21 Mart 1923 – 12 Ağustos 1999)
- Nejat Uygur, 97 yaşında...
- CENGİZ TOPEL
- Gün, Nilüfer dostlar…
- Sana artık Ahmet Erhan diyorlar!
- Turgut Uyar, 97 yaşında...
- İsmail SİVRİ...
FACEBOOK YORUM
Yorum