içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

"Prens George'un Düğünündeyim Baba"
 
 
Prens George’un düğünündeyim baba, Londra Buckingham'da...
Aslında bu düğüne katılmayı hiç düşünmüyordum. Ama Prens George çok ısrar etti. Kırmayayım dedim çocuuuu...
Keratayı çocukluğundan tanırım, Oxford Koleji’nin hazırlığından. Miami’de çok işim olmasına rağmen kıramadım baba. Bu George; ne zaman başı sıkışsa beni arar hıyar, pardon prens...
Yanında olmamı ister.
Aradı; “Efe, evleniyorum. Ölümü gör eğer gelmezsen” dedi. Tabi bunu İngilizce söyledi de; sen anla diye ayıptır söylemesi, ben şimdi sana tercüme ettim baba...
Ekledi ardından, “Kraliyet özel uçağını gönderiyorum.”
Kerata, öyle ısrar etti ki daha fazla dayanamadım. Neyse, uçtum gittim. Düğün sabahı Buckingham Palace’dayım. Daha saraya adım atar atmaz, beni bekleyen hizmetkârlar arasında bir telaş başladı. Kimi ayağımın altına kırmızı halı serdi, kimi de valizlerimi sırtladı. Kral dairesini bana tahsis edeceklerdi ama orada Kral kalıyor. Mecburen bana o ayarda başka bir oda tahsis ettiler.
Kral William geldi bir ara yanıma; “Ne gerek varsa bu kadar masrafa. Zaten bütçemiz açık veriyor. A4 kâğıdından filan yeni tasarruf tedbirlerini yeni açıkladım hâlbuki. Yapardık kendi aramızda bir nikâh olur biterdi. Kimse beni dinlemiyor. Kral'ım ama sakalım yok ki.” dedi.
Baba, İngiltere’de kralı bile dinlemiyorlar.
“Boş ver be William” dedim, en kralından. Zaten topu topu üç oğlun var. Yapacaksın tabi. Yapılan masrafın bir bölümünü gelen takılardan karşılarsınız.
“Orası öyle de, kız tarafı çok uyanık” dedi. “O takıları bir daha göreceğimi hiç sanmıyorum.” Diyerek çaresizce boynunu eğdi. Baba buralarda kral bile yeri geldiğinde boynunu eğiyor. Hâlbuki biz böyle mi gördük…
Tam o sırada baktım George, koşarak yanıma geldi. Sarılıp öpüştük.
-Valla geldiğine çok sevindim. Bunalıyordum ya. Şu düğün bir bitse de kurtulsam.
-Hani sen bu kadar şatafatlı bir düğün istemiyordun. Ne oldu Corç? (Burayı okunduğu gibi yazdım baba. Nasıl okunur bil diye. (Adam bizi gömdü iyi mi!))
Neyse, George devam etti anlatmaya; “Aslında hâlâ da istemiyorum. Büyükannem kendi aramızda bir nikâh yaparız dedi. Kız tarafı da, biraz da küçümseyen bir ifadeyle; “Nişanı kız tarafı olarak biz yaptık. Düğün de erkek tarafının. Eğer sizin yapacak maddi gücünüz yoksa onu da biz yaparız” deyince ipler iyice koptu. Mecburen kabul ettik düğünü. Bence kız tarafı biraz haklı gibi. Başlangıçta bir düğün salonu tutarız, 500-600 kişilik; limonata, kuru pasta filan veririz dedik. Kız tarafı bunu da kabul etmedi. Sanki babalarının evinde görmüşler gibi; “Biz çalgılı düğün isteriz. Yoksa kızımızı vermeyiz” dediler. Bunu da mecburen kabul ettik. Aslında bir ara yüzüğü atmayı düşünsem de, ayıptır söylemesi; gerdek olayını çok önce yaşadığımız için delikanlılığımıza sığmaz dedim.”
-İyi yapmışsın, George. Sana da bu yakışır zaten. Kızla evleneceğim vaadiyle kandırıp ortada bırakmak olmaz. Delikanlılığa da sığmaz. Yalnız, düğün çok kalabalık be George...
-Valla abi, ben de bilmiyordum bu kadar kalabalık olduğumuzu. Boşuna yedi krallık dememişler bize. Tüm ülkeleri sömürmek, pardon yakın ilişkiler kurmak için tarih boyunca sürekli kız alıp, kız vermişiz. Dükler, düşeşler, hep yekler, dubaralar, dörtcarlar… Elini sallasan akrabalara çarpıyor işte.
-Nerede yaşayacaksınız peki evlenince George?
-Nerede olacak abi. Yine burada. Babaannem masraf olmasın diye ayrı eve çıkmamıza izin vermiyor. Babaanne işte, ne de olsa torunusun. Yanından ayıramıyor.
Sohbetin ardından hazırlanması için George’u yalnız bıraktım baba. Düğün gecesi, kıydım paraya, çeyreği de taktım en altınından…
Burası çok yağmurlu be baba. Yağmurlar diner dinmez, yanındayım.
Efe AKINER – 2039 – Londra
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum