içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Gün, Fazıl Hüsnü Dağlarca!

 

 

Mersin 8. CNR Kitap Fuarı'nın 2. gününden; kitap dostu nice yürek buluşmalarına tanık oldu dün, yine yeniden bize hediye günde nice nice yürek buluşmalarına...

Şiir olsun hayatınızda dostlar; iyi gelir hani, iyileştirir. Hep ve daima...

Bugün bir şair öldü dostlar. Hem öyle böyle bir şair değil. Gün, Fazıl Hüsnü Dağlarca...

*****

94 yıl süren hayatının 75 yılını şiire adayan ve “Türkçem benim ses bayrağım!” diyecek kadar Türkçe’nin arı bir dil olması için çok kıymetli çalışmalarıyla Türk Edebiyatı’nda önemli bir yer edinen şairlerden, hiçbir akımdan etkilenmeyip kendi şiir akımını oluşturan Fazıl Hüsnü Dağlarca.

Şiirlerinde yeni kelime ve kelime toplulukları türeterek konuşma dilinin ağız özelliklerini vurgulayan, Türkçe’nin söz varlığını hep zenginleştirmek isteyen, Türk Edebiyatı’nın en verimli dönemlerinden biri olan Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin en özgün temsilcilerinden.

NEREYE

Kim ellerini alnımda gezdirirken o ten, ses ile

Bana kalbin musikisini verecek, haberi olmadan?

Geceyi avuçlarımda siyah bir gül gibi duyuyorum,

Ve sen misin bilmiyorum bu gülü bırakan?

Nereye, ey gözyaşlarımın sıcaklığı?

Ki başka birisi yok beni duyan.

Rüyalar nereye gidiyor, anlamıyorum?

Ve sen nereye gidiyorsun, hatıralardan…

*****

26 Ağustos 1914’te İstanbul'da doğar. Süvari yarbayı Hasan Hüsnü Bey'in oğludur. İlköğrenimini Konya, Kayseri, Adana ve Kozan'da, ortaöğrenimini Tarsus ve Adana ortaokulundan sonra girdiği Kuleli Askeri Lisesi'nde 1933 yılında tamamlar.

İlk şiirlerinde Necip Fazıl Kısakürek etkisinde kalır. 1934 yılında yayımlanan “Havaya Çizilen Dünya” adlı şiir kitabındaki şiirlerinde bu etki görülür. Kendi şiir çizgisine yönelişi 1940 yılında art arda yayımladığı “Çocuk ve Allah” ve “Daha” adlı şiir kitaplarıyla başlar.

Şiiri, ‘sezgi’ ve ‘us’ olmak üzere iki dönemde incelenebilir. Sezgi dönemi eserleri 1934 yılında yayımladığı Havaya Çizilen Dünya, 1940 yılında art arda yayımladığı Çocuk ve Allah ile Daha, 1945 yılında yine art arda yayımladığı Çakırın Destanı ve Taş Devri adlı şiir kitaplarını kapsar.

Aile, Ataç, Çağrı, Devrim, İnkılapçı Gençlik, Kültür Haftası, Türkçe, Türk Dili, Türk Yurdu, Varlık, Vatan, Yeditepe, Yücel, Yenilik ve Yön gibi dergi ve gazetelerde şiirlerini yayımlar. 1935 yılında piyade subayı göreviyle; Doğu ve Orta Anadolu'nun, Trakya'nın pek çok yerini dolaşır. Ordudaki hizmeti on beş yılı doldurunca, Önyüzbaşı rütbesiyle 1950 yılında askerlikten ayrılır.

1952 ile 1960 yılları arasında Çalışma Bakanlığı'nda iş müfettişi olarak İstanbul'da çalışır. 1955 yılında “Âsû” adlı kitabıyla Yeditepe Şiir Armağanı'nı kazanır. Âsû; bilinmeyenin peşinden koşan, öğrenmek isteyen, diğerlerinden daha farklı düşündüğü için Güneş Tanrısına karşı çıkan ve bu sebepten yakılan bir siyahidir.

Âsû ile başlayan ikinci dönem günümüze kadarki şiirlerinde etkin olan usçu dönemdir.

ÂSÛ

Suçu büyüktü Âsû'nun; göklerecek,

Taş atmıştı güneşe doğru.

Bilinmeyen türküsünde,

Bilinmeyen çağından…

Açtı, uykusuzdu, sayrıydı.

Dolmuştu şeytanların soluğu derisine,

Kötü bir ışık.

Ve mavilikte duruşu çarpık ağaçların;

Sövmüş, Tanrısına sövmüş.

Âsû Âsû!

Yakılacak, yakılacak.

Âsû Âsû…

Doymuşlar bir ilk zaman içinde,

Ki sürer sıcaklığı karın karın.

Kartalla doymuşlar, yılanla doymuşlar;

Doymuşlar yellerle, yıldızla, yalazla…

Var olmanın yeğnikliği alna çizilmiş.

Kötü ruhlar uyusun türlü boyalar içre.

Ve ta masallara uzanır,

Dudakların kızıl süsleri…

Ağaç, davulların seslerinden;

Âsû Âsû!

Yeşiller, allar, sarılar;

Âsû Âsû…

Halay çeker korku!

Uzak kuşakların acısına karışık;

Yontulmuş taşlarda susar,

Güçsüz yumuşaklığı etin…

Büyünün kara kanını üfler boynuzlara!

Toprakta kök;

Açık bir esrikliktir apaçık bir uykudan

Ve avın kurtuluşu işte…

Kişinin gücü; Tanrının büyüklüğüne;

Âsû Âsû!

Yankılanır dağdan dağa insandan insana;

Âsû Âsû…

Devrilmiş gözleri ak,

Patlamış ürküden göğsü.

Bütün oba ateş, bütün oba ölüm;

Bütün oba çırılçıplak…

Açlığı, uykusuzluğu, sayrılığı tükenmez ama

Düşer elleri.

Yaşaması parlamaz ama Âsû'nun;

Ölüsü parlar…

Aydınlık yitiverir yeryüzü yalnızlığından;

Âsû Âsû!

Seni senin karanlığın sever ancak;

Âsû Âsû…

Bu şiir kitabının ağırlıktaki teması ölüm ve sevgidir. Eserde Sait Faik ve Orhan Burian gibi dostlar için ağıtlar bulunurken; doğa, insan sevgisi, cinsellik, zaman olgusu gibi temalar da kullanılmıştır.

*****

Sezgi döneminde kendine has bir şiir dili ve biçemi yaratmaya çalışmıştır. ‘Us’ dönemi ise güçlü bir Türkçe tutkusuyla dikkat çeker. Dağlarca bu dönemde dilin arılaştırılması çabalarına katılır, evrensel temalara ağırlık vermeye başlar. 1970 sonrasında yoğunlukla çocuk şiirleri yazar.

Hem Türkiye’de hem uluslararası düzeyde birçok ödül kazanır, birçok ülkede şiirleri okunur. Kitapları birçok dile çevrilmiştir.

Öte yandan Af Akşamı, Ekmek ve İçerdeki gibi şiirlerde toplumcu gerçekçi bir yazım söz konusudur.

AF AKŞAMI

Af buyruğuyla açılmıştı hapishane kapısı.

Taşıyordu koca burunlar, tıraşlı enseler, kara çeneler.

Dizleri eğri, omuzları çarpılmış sırtlar çıkık dökülüyordu;

Vakitlere kapanmış büyük karanlıklardan.

Taşıyordu vay, dökülüyordu vay;

Yırtık pis bitli çirkin,

Sokağı dolduruyordu terli can uğultusu…

Geçiriyordu avucunu şaşkınlıkla saçından; saçından,

9 yıl yatmış…

Kolunda anası, kucağında yavrusu.

Doldurmustu kapının önünü kalabalık.

Kimi ta dağ köylerinden koşmuş,

Kimi ta denizlerden;

Bir özlem sarmış bağrı ölümden yüce,

Sevgiyle arıyorlar parçalarını,

Heybelerinde ekmek, destilerinde su…

Bir türlü inanamıyordu sokaklara; sokaklara,

20 yıl yatmış…

Gönüllere sığmaz olmuş kavuşmak duygusu.

Öyle sarılır ki geçmişe,

Erir göğsü göğsünde tutuklunun.

Pişmanlık kavaklar, tarlalar, davarlar için

Pişmanlık gemilere, düğünlere, ırmaklara

Pişmanlık beşiklerden, kağnılardan sessiz

Yerce gökçe değil insan dolusu…

Çılgınca kucaklıyordu hepimizi; hepimizi,

5 buçuk yıl yatmış…

Taşar içerde kalanların sorusu.

Çubuk demirler arkasından maviliğe,

Hem esenliğe ermiş hem yaşlı yelcek!

Bir yurt türküsü yeniler karanlığı;

Zaman yeğnik değildir, yeğniktir.

Dön de gör ananı belleyecek,

Boş koğuşlar kurmuş pusu…

Sönük gözü aydınlıkla büyüyordu; büyüyordu,

8 yıl yatmış…

Çıkınlarda gecenin, binlerce gecenin uyunmamış uykusu.

Bir yorgunluk çökünce yürünmüş yeryüzünden.

Kalabalıkta dağılır birer ikişer özgür.

Doğuya, batıya, kuzeye, güneye özgür.

Yüreklerinde bir çığ,

Yaşamak sevinci vay!

Yaşamak korkusu…

İnmeli yani sıçrıyordu havaya; havaya,

17 yıl yatmış…

*****

1960 yılında Çalışma Bakanlığı'ndan ayrılır ve İstanbul Aksaray'da Kitap Kitabevini açarak yayıncılığa başlar. 1964 yılının Temmuz ayına kadar dört yıl boyunca Türkçe isimli aylık dergiyi çıkarır. İlk yazısı 1927'de Yeni Adana gazetesinde yayınlanan bir hikâyedir, İstanbul dergisinde 1933'te çıkan "Yalnızlığım" adlı şiiriyle adını duyurmaya başlar.

YALNIZLIĞIM

Ilık bir su gibidir içimde yalnızlığım.

Yalnızlığım, ruhumda uzak bir ses gibidir.

Her sabah ufuklardan mavi şarkılar gelir

Ve her sabah ürperir içimde yalnızlığım…

Güneşim aydan sarı, yarınım dünden zorsa;

Sarsın artık ömrümü, tunç kandillerin isi.

Üşüyen ellerimden tutmalıydı birisi,

Eğer benim gözlerim onları görmüyorsa…

Bir camın arkasında açılıyor güllerim.

Havuzum pırıl pırıl… yıkar bakışlarımı,

İşler temiz ziyalar suya nakışlarımı;

Ruhumun dünyasından eser tahayyüllerim…

Rüya rüzgârlarında bir yaprak yalnızlığım.

Düşüncem bir neydir ki, ürperir perde perde.

Belki bu mısralarım esecek gönüllerde,

Fakat herkese uzak kalacak,yalnızlığım…

Varlık, Kültür Haftası, Yücel, Aile, İnkılâpçı Gençlik, Yeditepe ve Türk Dili dergilerinde şiirleri yayınlanır. 1967 yılında ABD'deki Milletlerarası Şiir Forumu tarafından ‘En İyi Türk Şairi’ seçilir. Türk Dil Kurumu Yönetim Kurulu üyesi olan Fazıl Hüsnü Dağlarca; Dil Devrimi’ne ilişkin düşüncelerini Türk Dil Kurumu Koçaklaması’nda şöyle dile getirir: Türk Dil Kurumu’nu kurarken Mustafa Kemâl’in tek mutsuzluğu vardı. Türkçeyi sevdiğini daha Türkçe söyleyememek! Kimilerinin şimdi tek mutluluğu var, Türkçeyi sevdiklerini daha Osmanlıca söylemek.

*****

Toplumculuğunun temelinde insana ve insan hayatına saygı yatan Dağlarca, bu yüzden hiçbir edebi akım ve kişiden etkilenmeden kendi kozasını örer. Çok yazan ve üreten bir şair kimliğiyle hiçbir şairden etkilenmez ve hiçbir akımın etkisinde kalmaz. Türkçeye bakışını ise "Türkçem, benim ses bayrağım!" diyerek “Türkçe Katında Yaşamak” adlı şiirinde sergiler.

TÜRKÇE KATINDA YAŞAMAK

Seslenir seni bana "sonsuz"

Der ki çoğal,

Der ki uzan mutluluğuna

Usun, iyiliğin, doğruluğun,

Bir bilinmeyenden

Bir bilinene dek

Türkçe, varolduğumuz…

Türkçe, nice desem seni,

Onca güzelim.

Görünmek, derinleşmek,

Dolmak;

Seni düşünürüm, düşünürüm,

Yarı karanlıklarda, dal,

Anlarım onca…

Bir bölü beş, bir bölü dokuz,

Bir bölü bin üç:

Ayrılık anlamların öylesine azar azar dağılır,

Ta doğudaki balık,

Duyar kokusunu

Ta batıdaki yoncanın…

Seslenir seni bana yakın uzak,

Yeryüzü mavisinden gökyüzü yeşiline,

Tutsak uluslar var ya geceler boyu

Onlar için,

Yitik özgürlükler için,

Türkçe, haykırmak…

O süre yaradılış dar iken

Düz iken, yassı iken,

Daha'lar,

Daha'lar,

Daha'lar daha'lara karışmış,

Sınırsızlığın getirmiş yarınları…

Konuşamaz iken, o yusyuvarlakta,

Diyemez iken,

Artısı eksisi almış götürmüş

Toprağın bitkilerden arta kalan sağlığını,

Sıcak uzun

Bir kişiler geleceğine. ..

Seslenir seni bana bir duru su,

İçinde masallar, uygarlıklar saklıyan,

Eski ozanlar kazımış ilk yazıları ilk anıtlara,

Yankılanır

Alandan alana, uçsuz bucaksız,

Evrenden akınlarının uğultusu…

Ama bağışla beni, unutmuşum,

Yıldızını, güneşini, ayını, utanmadan.

Öyle köksüz günlerim gelmiş

bozkır çadırlarında çırılçıplak,

Unutmuşum ana demesini bile,

Öykünmüşüm türküsünü ellerin,

Ağzıma bir kara düşmüş, bağışla beni…

İşte and içiyorum,

Bütün ölüler adına,

Bütün gençler, bütün doğacak çocuklar adına,

Varacağım deyişine gündüz gündüz,

Varacağım Tanrı'ya dek,

Soluğumda soluğun…

Seslenir seni bana "ova"m, "dağ"ım,

Nere gitsem bulur beni arınmış.

Bir çağ ki akar ötelere,

Bir ak… ki yüce atalar, bir al… ki ulu oğullar,

Türkçem, benim ses bayrağım...

94 yıl süren hayatının 75 yılını şiire adayan şair diye; bir röportajında, “Ayrılığın acı veren, acı verecek başka bir büyüklüğü var. Ki bunu saydıklarımın üstünde tutarım: Türkçeden ayrılmak!” diyecek kadar Türkçeye sevdalıdır Dağlarca. “Türk olmak, önce Türkçe olmak değil midir?” sözleriyle de bu sevdasını vurgular ve ekler ardından: Ne yazık ki ülkenin yöneticileri bu gerçeği görmüyorlar, yaşamıyorlar!

*****

Kısa ve öz anlatımı, karmaşık ve uzun cümlelere tercih etmesi şiirlerdeki etkiyi artırmıştır. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın yerel ve doğal söyleyişler kullanması, konuşulan dilden yararlanması; onun şiirlerini içten ve çekici kılmakla birlikte kalıcı olmasını da sağlar. Sanat anlayışını ise şu cümlesi özetler: Sanat eseri, hem bir saat gibi içinde bulunduğumuz zamanı, hem de bir pusula gibi gidilmesi gereken yönü işaret etmelidir.

"Şairler bütün çalışmalarında yeniden doğarlar. Doğumları birbirini bilmez. İşitmez, duymaz. Çok uzak bir ses, şairlerin duymadığı bir ses, yapıtlarını birbirine duyurur. Bu, ortak sözcüklerden mi ötürüdür, kimi yazıların sağır yerlerinin dizeleri birbirlerine yaklaştırmasından mıdır, geceleri gözümüzü açmamızdan - gündüzleri gözlerimizin kapalı olmasından mıdır, yürürken ayaklarımızın el gibi olmasından - okşarken ellerimizin yoklukta dolaşan ayaklar gibi olmasından mıdır, bilmiyorum. Tek bildiğim, yazarken daha yaşamalı olmamdır.” der 1945 yılında yayımladığı ikinci şiir kitabının, Taş Devri’nin hem önsözünde hem arka kapağında; Fazıl Hüsnü Dağlarca.

Ne anlamlı ve derin sözler birliği değil mi? Binlerce kez yaptığı gibi yine, yeniden doğar ya eserinde ve yaşar yazarken kendi ifadesiyle yaşayabildiğince; 1958 yılında "Ölü" adını verdiği bir şiir yazar:

"Hangi mahallede imam yok,

Ben orada öleceğim.

Kimse görmesin ne kadar güzel,

Ayaklarım, saçlarım ve her şeyim...

Ölüler namına, azade ve temiz,

Meçhul denizlerde balık,

Müslüman değil miyim, haşa,

Fakat istemiyorum kalabalık...

Beyaz kefenler giydirmesinler,

Sızlamasın karanlığım havada.

Omuzlardan omuzlara geçerken sallanmayayım,

Ki bütün azalarım hülyada...

Hiçbir dua yerine getiremez,

Benim kâinatlardan uzaklığımı.

Yıkamasınlar vücudumu, yıkamasınlar;

Çılgınca seviyorum sıcaklığımı…"

Bir anlamda vasiyetidir aslında bu şiiri. 15 Ekim 2008 Çarşamba günü, 94 yaşında, zatürre tedavisi gördüğü Başkent Üniversitesi İstanbul Hastanesi’nde yaşama veda eder Fazıl Hüsnü Dağlarca.

Bir dini törenle uğurlanmak istemediğini açıkça söylemiş olmasına rağmen, benzer vasiyette bulunan birçok kişi gibi onu da camiye götürüp yıkatıp, beyaz kefene sararlar. Üstüne cenaze namazını kılıp, Karacaahmet Mezarlığı'nda toprağın altına gömüp, başucunda Arapça dualar okurlar.

Türkiye’de yaşarken istedikleri yapılamayan birçok aydın gibi Türkçeye ömrünü adamış, yüze yakın kitap yayımlamış bir şairin de son dileği yine göz ardı edilir. Bu görmezliğin arkasında; tek tipli, tek dinli, tek dilli, tek uluslu resmi ideolojinin hâkim olmasından başka ne vardır ki?

Alevi köylerine cami yapanlar da, bin yıllık yerlerin adlarını değiştiren de bu fikre biat edenlerdir.

Vasiyetimdir kıymetli dostlar: Şiir okusunlar sadece ardımdan. Dini, resmi tören filan istemem hani. Paylaşsın herkes elindekini, yüreğindekini. Sevilmeyi beklemeden, sevilir miyim demeden sevsin herkes birbirini...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum