içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Veee şair ölür...

 

Baha'nelere ne gerek de! Bu bir Perşembe Edebiyat yazısıdır dostlar. Hem bu kadar kötüyken her şey; edebiyata, sanata, şaire, şiire, insana, insana iyi gelen ne varsa ona sarılma amaçlıdır…

Bu; modern dansın kurucularından Amerikalı Isadora Duncan ve Rus edebiyatının en önemli şairlerinden Sergey Yesenin’in, tam da ölüm yıl dönümünde sonu intiharla biten Aşk hikâyesidir aynı zamanda…

Şairler ve hassas yürekleri, şairler ve ilginç yaşam hikâyeleri...

*****

1921 yılının sonlarına doğru Ressam Gheorgi Yakulov’un kendi evinde verdiği partide karşılaştıklarında; Isadora Duncan 44, Sergey Yesenin ise henüz 26 yaşındaydı…

Eros, ikisinin de kalplerine oklarını fırlattı...

Isadora Duncan; kariyerinin zirvesinde, yaptığı işlerden sıkılıp kendine yeni ufuklar açacak işlerin peşinde. Sıradan tiyatro salonları yerine; katedrallerde, kiliselerde, tapınaklarda sahneye çıkıp dini cemaatin önünde dans etmek isteyen bir dünya sanatçısı... 

Dansı kurumsallaştırmak için gittiği Moskova’da, Rusya’nın klasik balede ulaşılabilecek en üst düzeye geldiğini fark eder…

Dansı gerçek yaşama uzak, yabancı kimliğinden çıkarıp, yaşamın içine sokmaya çalışan Isadora; küçük yaştaki çocuklar için Moskova’da dans okulu kurar…

Bu hikâyenin ana karakteri, Rusya’nın Ryazan köyünde çiftçi bir ailede yetişen Sergey Yesenin; henüz 23 yaşında ama kocaman bir şair olarak artık Moskova’ya taşınır...

Sergey Yesenin ki; Ekspresyonizm, Natüralizm, Fütürizm, Sürrealizm gibi akımlarla boğulan edebiyat dünyasına yeni bir soluk kazandırmayı düşünen, silindir şapkalı, renkli kravatları, yerlere kadar uzanan atkıları, kareli ceketleri, gemici kasketleri giyimleriyle ilgi çeken, Mayakovski'nin başını çektiği edebiyatçı dostlarıyla birlikte sanatta tek geçerli yasanın yaşamı resim tasvirleriyle görünür kılmak olduğunu iddia eden. Ve resim tasvirini de şiirin en önemli unsuru olarak ortaya çıkaran…

1919 yılı başlarında, edebiyatçı dostlarıyla birlikte bir grup ‘İmajinistler’ adı altında kuruluş manifestosunu yayımlarlar…

*****

Isadora Duncan, dansı, yaşamının kaynağına oturturken; Sergey YESENIN, devrimi, Rus şiirine sokarak, çağdaşları tarafından hayranlıkla karşılanırlar…

Dansın Kraliçesi olarak bilinen ve “Dans, benim dinimdir…” diyen Isadora Duncan, Sergey Yesenin ile tanışana kadar evliliğe hep karşıdır aslında… 

Sergey Yesenin ise katı bir din eğitimiyle büyüdüğünden, birbirlerinden çok farklıdırlar…

Aşk bu ya! Hep zıt kutupları çeker…

Önce Sergey’in sert tavırları etkiler Isadora’yı. Isadora’nın asi karakteri, hırçınlığı ve güzelliği de, Sergey’i…

Birbirleriyle vakit geçirdikçe, bir Aşk hikâyesi başlar kendiliğinden ve Aşk kural dinler mi; aralarındaki yaş farkını kapatırlar...

Yaş farkı da neymiş? Kim ya da ne durabilir ki Aşk’ın karşısında?

*****

Isadora Duncan, Sergey Yesenin’e duyduğu hayranlığı etrafındakilere şöyle anlatır: Bu, beklediğim yegâne kişidir. Bu, yaşam mutluluğumun son dirilişini borçlu olacağım büyük aşkımdır...

Isadora’nın Sergey’e olan Aşk’ını, hayranlığını göstermekten çekinmeyip; her fırsatta dillendirmesi Sergey’in hoşuna gider. Bu sefer de; Isadora’nın rahat, uçuk tavırlarından etkilenir Yesenin…

Sergey’in gel-gitleri arasında geçen bir Aşk’tır bu…

Aşk ve Şiir; doğrusu dostlar, ne çok birbirine yakışır...

Doğup büyüdüğü yerlerdeki kadınlar gibi alçak gönüllü, dindar, yumuşak biriyle bir yaşam kurmak isterken; Isadora gibi istediğini elde etmek için bütün dişiliğini kullanan, vahşilik ve şefkat arasında gidip gelen birine âşık olmak etkiler Sergey’i…

Kimisinin başa çıkabildiği, kimisinin başa çıkamayıp derinlerinde boğulduğu ama her büyük şair gibi, aforizmalarıyla birlikte yaşar Sergey de…

Kırılganlaşmanın yerini, sertleşme alır…

Arkadaşları arasında “Külhanbeyi” olarak bilinen Sergey’in başını döndüren Aşk, zamanla yerini krizlere bırakır…
 
Bir sabah şiir okuyup Isadora’ya Aşk’ını ilan eden Sergey, ertesi gün onu evinden kovacak kadar değişmiştir artık…

Aslında değişim de değildir bu. Var olanın, aşırı özgüvenle birlikte ortaya çıkmasıdır bir yerde…

Sergey Yesenin’in bu sert karakteri; Isadora’ya, “İki insan arasındaki tutkulu duygular, bir drama dönüşmediği takdirde bir şey ifade etmez!” dedirtecek kadar hoşuna gider bir yandan…

Dedim ya: Hayatı boyunca evlilik kurumuna karşıdır Isadora Duncan, fakat Sergey Yesenin’e karşı koyamaz ve evliliklerini;  Stalin’in politikalarına karşı Sergey’i Rusya’dan çıkarmak ya da Sergey’in, Isadora’nın şöhretinden faydalanmak için gerçekleştirdikleri iddia edilse de, 2 Mayıs 1922’de evlenirler…

Kısa bir süre sonra aralarındaki kültür ve yaş farkı sorun olmaya başlar. Döneminin yeniliklerini izleyen, modern bir kadın olan Isadora ile kadınlara karşı köy geleneklerine bağlılığını sürdürmeye çalışan Sergey için evlilik; sahip olma arzusu, güvensizlik ve kıskançlık üçgeninde çatırdar... 

Sergey’in giderek artan alkol bağımlılığı, artık Isadora için ayrılık düşüncesinin filizlenmesine neden olur. Arkadaşına yazdığı bir mektupta derdini şöyle anlatır Isadora: O’nun için o kadar uzun saatler ağlayıp inlemiştim ki, sanki içimdeki tüm insani acıma yeteneğim tükenmişti...

İçinde hâlâ yaşam enerjisi bulunduran Isadora, alkol bağımlılığına, hastalık derecesindeki şüpheciliği de eklenince; dayanılmaz biri olan Sergey’e daha fazla tahammül edemez… 

Ve ayrılırlar…

Bu ayrılığa dayanamayan ve kendini iyice alkole kaptıran Sergey; dostu Mayakovski’nin girişimleriyle, bir süre akıl hastanesinde tedavi görür…

*****

Veee…

1925 yılının 27 Aralık'ını 28 Aralık'a bağlayan o gece, Sergey Yesenin, Noel için hastaneden çıkıp, Moskova’da kaldığı İngiltere Oteli’nin odasında gecenin bir vakti şiir yazmak ister…

Mürekkep bulamaz…

Şiir bu, o ilk imge geldiğinde illa ki yazılacak ve su gibi akıp kelimeler, dizeler tamamlanacak ya; bıçakla kesik attığı kolundan akan kanla, dostu Mayakovski’ye son şiirini yazar...

Ertesi sabah kahvaltı için otel görevlileri odaya girince; yere atılmış sigaralar, devrilmiş masa ve gece lambasıyla birlikte Sergey Yesenin’i pencereye asılmış halde bulurlar…

Dilerseniz Sergey Yesenin'in kanıyla yazdığı son şiiriyle kapanışı yapalım. Ne dersiniz?

“Elveda dostum, elveda!
Elveda sevgili dostum, elveda!
Sen kökleri içimde uzanan…

Ayrılık yazılmış alnımıza;
İleride yine karşılaşırız, inan…

Elveda dostum; el sıkışmadan, sessizce.
Ne keder, ne tasa gerek:
Ölmek yeni bir şey değildir bu dünyada.
Ama yaşamak da, yeni bir şey olmasa gerek…”

*****

Veee şair ölür...

Şairler ve hassas yürekleri, şairler ve ilginç yaşam hikâyeleri işte...

Şiir olsun hayatınızda; yaşayan, yaşatan da...

Hem sevmek gerek azizim! Sevmek gerek! Sevilmeyi beklemeden, ibadet eder gibi aynı karşılık beklemeden, sevilir miyim demeden; sevmek!

Ve paylaşmak gerek! Elindekini - yüreğindekini, ihtiyacı olana el vermek, bir kardeş gibi aynı; paylaşmak gerek!

Bin yıllardır süregelen evrende, ölmek yeni bir şey değil gerçekten dostlar. Ve çok da önemli değil! Evet! Ama hep ve daima sevmek, paylaşmak ve yaşamak da; yeni bir şey olmasa gerek…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum