içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Fyodor Dostoyevski doğdu bugün...

 

Suç ve Ceza, 
Ölüler Evinden Anılar, 
Yeraltından Notlar, 
Budala,

Karamazov Kardeşler, 

Ecinniler 
ve İnsancıklar gibi daha birçok başyapıtın yazarı...

Fyodor Dostoyevski doğdu bugün dostlar. 11 Kasım 1821, Salı...

Hem, kolay mı yazmak Dostoyevski'yi? Elimden geldiğince, kalemim yettiğince...

*****

6 çocuklu ailenin 2. çocuğu olarak Moskova’da dünyaya gelir Fyodor. Çocukluğunu, babasının görevli olduğu Marya Hastanesi’nin lojmanında; aksi, otoriter ve disiplinli bir baba ile hasta bir annenin vesâyeti altında geçirir...

Babası bir Hekim Albaydır...

Ve Fyodor'a göre; cimriliğiyle, sertliğiyle, yalancılığı ve alkole olan düşkünlüğüyle, bu dünyada yaşamaması gereken insanlardan biridir...

Çocukluğunu; bakıcısının, sütannesinin ve öz annesinin hikâyeleri ile geçirir. Annesini çocuk yaşta veremden kaybeder. Annesinin ölümünden sonra, babasının alkole olan düşkünlüğü iyiden iyiye artar...

Öncesinden bu duruma uygun kafa yapısıyla, dolayısıyla, dengesiz hareketleri de, kâh sürekli kızlarının odalarında âşıklarını saklayıp saklamadığını kontrol etmesiyle, kâh hizmetçilerden birini metres tutmasıyla! Kâh, olağanüstü cimriliğiyle...

Bu böyle çok sürmez tabi. Çünkü herkese ve her şeye karşı saygısızdır...

Babasının; kendi köylüleri tarafından katledildiği haberini, sırf babasından uzaklaşmak için o anda gitmekte olduğu okulun koridorlarında alır. Ve böylece ilk sara krizini geçirir küçük Fyodor...

Babasının cimriliği nedeniyle yaşamını hep parasız geçiren Fyodor; Mühendisler Okulu’ndan mezun olup, ilk maaşını aldığı andan itibaren, o ana dek yaşadığı fakirliğe inat, müthiş bir savurganlık yaşamaya başlar... 

Ve tabi ki kumar oynamaya...

Paraya hiç önem vermeyen bir yapıya bürünür. Kimi zaman kendisinden para isteyen fakirlere; kimi zaman da, üzerindeki giyecek giysisi olmayan zavallılara para verir. Onlara yemek ısmarlar, giysiler alır, onlarla sohbet eder...

Farkında değildir ama biriktirmeye başlamıştır yaşanmışlıklarını Fyodor Dostoyevski. Acı, gam, keder; yazın insanının sermayesidir derler ya. Tanrı tarafından; zihni ve beyniyle, parmak uçları arasına bir kanal açılır. Başlar yazmaya...

Bütün bu birikim O'na; ilk eserini, İnsancıklar'ı getirir... 

İnsancıklar ile toplumun acımasız kurallarında yaşamaya çalışan yaşlı bir adamın öksüz bir kıza duyduğu sevgiyi ve iç dünyasındaki derin çatışmaları işler...

Kitap, "Yeni bir Gogol doğuyor!" dedirtecek kadar; farklı ve kendine özgün, çarpıcı diliyle, edebiyat çevrelerince ilgiyle karşılanır...

Buyurun kitaptan bir kesite: Yoksul, ezilmiş insan kuşkucudur. Çevresine, yanından geçenlere yan gözle, bir tuhaf bakar. Kendisinden mi söz ediliyor, anlamak için gözlerini kısar ve kuşkulu bakışlarını dolaştırır. Konuşulanlara kulak kabartır...

*****

Küçüklüğünde yaşadığı sorunlar ve karakterinin henüz oturmadan büyük bir üne kavuşması, önceden içine kapanık ve çekingen olan Dostoyevski'nin küstah ve had bilmez biri olmasını sağlar...

Böylece, babasının yaşattıklarını yaşatır insanlara...

Öyle küstahlaşır ki; Turgenyev’i, İnsancıklar'ı kıskanmakla suçlar. Hızla çıkılan tepeden iniş başlamıştır artık...

Bu arada; kısa süre içinde, ikinci kitabı Öteki'yi yayımlar. Bu ikinci romanında; kendi yaşadığı kişilik çatışmalarını, bölünmüş, dışa vurduğu çift kişilik iç dünyasını anlatır. Kendi başyapıtı olacağını düşündüğü "Öteki", "İnsancıklar" kadar ilgi görmez...

Ardından, "Ev Sahibesi" adlı uzun öyküsü yayımlanır. Bu; Dostoyevski'nin, ilk öyküsü ama üçüncü kitabıdır. Bırakın övgüyü, ağır eleştirilere maruz kalır. Gogol’u taklit ettiği söylenir...

Yazarlık yaşamının üçüncü kitabında ve yılında; edebiyat çevrelerinde sevilmeyen, umudunu ve tüm dostlarını kaybeden biridir artık. Üstelik borçları bir hayli birikmiş, sara nöbetleri iyiden iyiye sıklaşmıştır...

Umudunu kaybetmiştir kaybetmesine de yazmaktan vazgeçmemiştir. Ve bir yazın insanının; mutlak mahkûmiyeti kelimeleri olunca, yazmaktan başka da bir umar yoktur sanki...

Otobiyografik özellikler taşıyan; bir aşk hikâyesini anlattığı, "Beyaz Geceler" romanı gelir üstüne. Kaybettiği şöhretini geri getirmez ama...

*****

Boşluktadır Fyodor Dostoyevski... 

Biraz meraktan, biraz da içindeki dizginleyemediği, bazı şeyleri değiştirme arzusundan; Yazar Panayev’in karısına duyduğu aşkı unutmak için, yasa dışı siyasi bir grubun üyesi olur. Fransız ütopyacı sosyalist, Mihail Petraşevski’nin toplantılarına katılır...

O ve arkadaşlarına göre; Çar 1. Nikolay, baskıcı bir yönetim izlemektedir. Çar'a karşı reform hareketlerine girişirler. 1849 yılında, 28 yaşındayken tutuklanır...

8 ay tutuklu kaldıktan sonra, kurşuna dizilmeleri kararı çıkar. Son anda Çar'ın affı ile kurtulur. Cezası; 4 yıl kürek, 6 yıl da sürgün cezasına çevrilir…

*****

Sibirya’da cezasını geçirdiği o 4 yılda mahkûmlarla konuşur çokça. Yine özüne döner. Bildiği işi yapmaya başlar. Ve toplumun ötekileştirdikleriyle iletişim kurmaya...

Onların gönül zenginliğini keşfeder. Üzüntü ve acılarını paylaşır. Bu yıllarda, sadece İncil vardır hayatında...

1854’te kürek cezası biter. Er olarak kışla hizmetine verilir. Bu aynı zamanda cezasını çektiği, 6 yıl hüküm verilen sürgün yıllarıdır...

Sibirya’nın Semipalatinsk kasabasında, ilk eşi Mari Dimitriyevna İssayev’le tanışır. Hayatına ve davranışlarına çeki düzen verir. Eşi Mari Dimitriyevna, O'na iyi gelmiştir...

Bayan İssayev, kocasının ölümünden sonra zayıf bir anında tanışmıştır Dostoyevski ile. Ve apar topar evlenmişlerdir. Dostoyevski’yi; çirkin, yoksul ve hasta bir adam olarak görür hep. Ve hiç sevmez aslında...

İssayev evli olmasına rağmen genç öğretmen Vergunav’a âşık olur. Dostoyevski bu dönemde; "Amcanın Rüyası", "Stepançikovo Köyü" ve "Ölüler Evinden Anılar"ı yazar. Bu "Ölüler Evinden Anılar", 1862’de bir dergide yayınlanır ve Dostoyevski’nin eski ününü kazanmasını sağlar...

Eserinde, karısı öldürüldüğü için ağır hapis cezasına çarptırılan bir adamı anlatır. Aslında romanın bu hikâyesi, Dostoyevski’nin hapishane hayatının da canlı bir örneğidir...

Dostoyevski bu romanında, trajik olaylar üzerinden ötekileştirilmiş kişilerin özgürlüklerini kaybettikleri için duydukları acıyı işler. Dostoyevski'nin hayatının tümünde, hep o 'ötekileştirilmiş kişiler' vardır aslında...

Hem hayatında hem romanlarında, tüm kitaplarında...

Bu "Ölüler Evinden Anılar" adlı romanında; Sibirya’da yaşadığı kürek cehennemini anlatmakla yetinmez, başarılı bir ruh bilimci ustalığıyla mahkûmların portrelerini de çizer…

*****

Cezası bitip St. Petersburg’a döndüğünde, artık başka bir adamdır Dostoyevski. 38 yaşındadır ve bundan sonraki eserlerinde mistik unsurlar çoğalmakta; Tanrı inancı, kaybedilen özgürlük teması ve insanın var olmak problemi gibi konular yer almaktadır...

Kişiliği, karakteri ve yazın dünyası iyiden iyiye oturmuştur...

1864 yılında, Yeraltından Notlar'ı yayınlar. Yeraltından Notlar; çaresiz modern insanın hayat karşısında tutunamamasının, ruhsal olarak yaralanmasının, varoluşunu dünyaya haykırmak isterken, giderek kabuğuna çekilmesinin hikâyesidir...

"Yeraltından Notlar" aynı zamanda; daha sonra "Suç ve Ceza" ile başlayarak, "Karamazov Kardeşler"de nihayetlenen büyük romanlarına da bir başlangıçtır. Nihayetinde kendi sesini bulduğu ilk romanıdır. Ve varoluş hakkındaki düşüncelerini, en net biçimde ortaya koyduğu eseridir...

Bu özelliğiyle birçok düşünürü etkilemiş, varoluş felsefesi üzerine düşünmeye yöneltmiş bir klasiktir... 

*****

Kim bulmuş ki tanımını? Aşk'sa bu, hep birilerine âşıktır Dostoyevski. Ve genelde evli kadınlara âşık olur. O aralar çıkardığı Vakit Gazetesi'ne bir gün bekâr bir kadın gelir. Polina Suslova...

Polina Suslova, Dostoyevski'nin gazetesinde yazar olarak çalışmak ister. Dostoyevski'nin ilgisini çeker ve gazetede çalışmaya başlar. Tam o sıralarda gazete yasaklanır ve kapanır...

Dostoyevski, Avrupa'ya gitmek ister. Polina da peşine takılır ve birlikte Avrupa’nın birçok şehrini gezerler...

Bir yandan da kumardan bir türlü vazgeçememiştir Dostoyevski. Yine kumar nedeniyle büyük borçlar altına girmiştir...

Polina'nın kendisini sevdiğini düşünür ama yine sevdiği bir başka kadın, yine, yeniden bir başkasına âşıktır aslında. Polina bir İspanyol’a gönül vermiştir. Dostoyevski'yi reddeder...

Dostoyevski bu acıyla kendini tekrar kumara verir. Arkasından gelecek "Kumarbaz" adlı romanı, bu günlerin eseridir...

*****

1865 yılında Rusya’ya döner. Sırasıyla; Rusya'daki karısı Mari Dimitriyevna'yı ve kardeşi Mişel’i kaybeder...

Çok bunalmıştır ve yorgundur artık. Bu sıkıntılı günlerinde; 1866’da, 45 yaşında, ustalık eseri olan Suç ve Ceza'yı yazar...

Dostoyevski; 20. yüzyılın en çok okunan, tartışılan ve eleştirilen romanlarından biri olan Suç ve Ceza’da, umutsuzluğa kapılmış insanların psikolojisini anlatır. Bu roman aslında, suç işleyen birinin psikolojik tasviridir...

Genç bir insanın zihninde doğan korkunç fikirler; zor şartlarından kurtulmak için, O'nu tefeci bir kadını öldürmeye iter... 

Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'yı yazmaktaki amacı; toplumun manevi değerlerini, zayıflıklarını, üniversite öğrencisi olan, fakirlikle baş edemeyen kahramanının, yoksulluğun neden olduğu ahlâki çöküş karşısındaki tepki ve eylemlerini göstermektir…

Sara krizlerinin yoğunlaştığı bu dönemde, steno yazan bir genç kızı yardımcısı olarak işe alır... 

Anna Snitkina...

Yine âşık olur Dostoyevski...

Anna Snitkina'yla kısa bir süre sonra da evlenirler. Avrupa’ya gidip, 4 yıl orada yaşarlar. Anna Snitkina, Dostoyevski’nin hayatını kolaylaştırmak için; romanlarını stenoyla yazma, kitaplarının basımı, çoğaltılması, satışı ile ilgilenir...

Hayatına birçok kadın giren Dostoyevski'nin, bu ikinci evliliğidir. Anna’dan 4 çocuğu olur. Kızı Soneçka 3 aylıkken, oğlu Alyoşa da 3 yaşındayken ölür. Darbeleri üst üste alan Dostoyevski, özellikle oğlu Alyoşa'nın ölümünden çok etkilenir...

Bu acı, hem ölümüne giden yolun hem de Karamazov Kardeşler'in başlangıcıdır. Karamazov Kardeşleri yazar...

Karamazov Kardeşler'de; oğlunu kaybeden Snegirev’in acısı, o sayfalarda buram buram hissedilir...

En verimli zamanındadır Dostoyevski...

Asıl ününü sağlayan beş büyük romanından, üçünü peş peşe yayınlar: Budala, Ebedi Koca ve Ecinniler...

Artık para da kazanmaya başlamıştır. Fakat yorgundur ve hastalığı ilerlemiştir...

Dostoyevski Suç ve Ceza ile Budala'da, konuyu ahlâk sorunu üzerinden işlerken; Ecinniler'de sorunu, politik olarak ele alır...

"Delikanlı" ve "Yeraltından Notlar", psikolog olarak Dostoyevski’nin dışa vurumları ise; "Karamazov Kardeşler",  tüm bu unsurların bir potada eridiği yazın sanatının zirvesidir...

Başyapıtıdır Karamazov Kardeşler...
 
Başyapıtıdır ve 1878’de; 3 yaşındaki oğlu Alyoşa'nın, ağır bir sara nöbeti geçirerek ölmesinden sonra yazmaya başladığı, acılarını ilmek ilmek işlediği bir başyapıtıdır...

İlk defa romanının ana kahramanına, gerçek bir isim kullanır. Oğlu Alyoşa, aynı zamanda romanın başkahramanıdır...

O'na iyi bakamadığını, koruyamadığını düşündüğü ve ölümünden hep kendini suçladığı Alyoşa'nın yitip gitmesiyle öyle sarsılır ki; bu acı ve keder, O'na kendi ölümünü getirir...

Oğlu Alyoşa'yı kaybettiği andan itibaren, kendisinin de bildiği bir son yolculuktur bu dönem...

Ve perde kapanır, kalemde mürekkep biter, yürekte acı diner… 

Sonsuz bir yolculuktur gidilen. Okudukça, andıkça, hatırladıkça ve hatırlattıkça can-ı gönülden hissedilen…

9 Şubat 1881’de, St. Petersburg’da bu hayata veda eder...

Dünya ve Rus Edebiyatı’nın gelmiş geçmiş en büyük yazarlarından, Fyodor Dostoyevski...

*****

Çok söylendi çok yazıldı ya hakkında, kendini şöyle tarif eder Fyodor Mihayloviç Dostoyevski; kısaca:

”...Ne şartlar altında çalıştığımı bir görseler! Benden kusursuz şaheserler bekliyorlar. Oysa ben en acı, en sefil sıkıntılar yüzünden alelacele yazmak zorundaydım hep...

...Bu hayatta bir şeyden çok emindim. Kendimi üzdüğüm kadar, kimseyi üzmedim...

...Cehennem; kutsal kitapların bahsettiği gibi odunlu, ateşli bir yer değildir! Cehennem, insan yüreğinde sevginin bittiği yerdir...”

Bunlar, ustadan dostlar…

Hani mutlak mahkûmiyetin kelimeler olunca yazmaktan başka da bir umar yok ya! Hani bir de; aslını inkâr eden haramzâde, konuşkan değil de yazışkanım demiştim ya! Birkaç kelâm da benden olsun o zaman: Cennetse; kutsal kitapların bahsettiği Hurili-Nurili, bol sevişmeli, içinden ırmakların aktığı çiçek bahçeleri değildir. Cennet, insan yüreğinde sevginin başladığı yer, hatta hatta sevginin taa kendisidir...

Bin kere sevgi sözcükleri kurulmalı dostlar alâkalı, alâkasız. Bin kere, milyon kere… Bin kere hissetmeli an be an insan, milyon kere sevgiyi yüreğinde. "Seni seviyorum"lar, "Seni seviyorum"lara eklenmeli; cennet de bu dünyada, cehennem de...

Bu dünyadan bir Dostoyevski geçti. Anısına ve muhteşem üretimlerine saygı, sevgiyle. Minnetle...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum